Blog

retreat dedikleri

30 Nisan 2013
time

Geçtiğimiz hafta 4 günlüğüne Alanya’da arkadaşım Berrin’in düzenlediği, yurt dışında yaygın olan ama Türkiye’de rastlamamızın neredeyse imkansız olduğu bir “Retreat” organizasyonuna katıldım.

“Geriye çekilmek” ya da “uzaklaşmak” gibi sözlük anlamları var Retreat kelimesinin. Bir nevi kendini ödüllendirmek olarak da yorumlanabilir. Çünkü gerçekten var olan ortamlarımızdan uzaklaşıp, bir adım geriden kendimize bakma fırsatını elde etmek kişi için bir ödüldür. Malum, günümüz dünyasının gündelik ve dünyevi yaşam standartları göz önünde bulundurulduğunda insanın kendine “gerçekten” vakit ayırması artık bir mucize haline geldi.

En son ne zaman “Bugün hiçbir şey yapmayıp sadece iç sesime kulak vereceğim” dediniz? Hadi dediniz diyelim, iç sesinize kulak verme niyetiyle giriştiğiniz bu işe en fazla kaç saniye konsantre olabildiniz? Ya da dünyevi kaygılar sizi ele geçirmeden önce ne kadar süre boyunca sadece içinizi dinleyebildiniz?

Kendinizle konuşur musunuz? Ben çok yaparım.

Kendinizle yüzleşir misiniz? Ben çok yüzleştiğimi sanırdım.

Demek ki insanın kendisiyle her konuşması bir yüzleşme olmuyormuş.

Kendi kendine konuşana sizce niye deli derler? Çünkü kendimizle kalabilme sabrını ve gücünü gösterme eğilimi pek yaygın değildir. E napalım akıllı insanlar da çok meşguller. Kendi içinden geçenin ne olduğuna değinmek de kala kala delilere kalmış haliyle…

“Kendini Ödüllendir” / “Retreat Yourself” başlığı altında düzenlenen organizasyonda arkadaşım Berrin Baş’ın yanı sıra, Dr. Itai Iwtzan ve Steven D’Souza pozitif psikoloji alanında oldukça yararlı sunumlar gerçekleştirdiler. Bir yoga üstadı olan Seda Erkman ile de sabah ve akşamüzeri günde 2 defa (bir sabah da güneşin doğumuyla birlikte) yoga eğitimine katıldık.

Aramızda yabancı katılımcıların da olduğu 11 kişilik bir organizasyondu. Ve ana konumuz “farkındalık” idi. 4 gün boyunca yoga dışında, 10 tane seminere (ki bu seminerler workshop nitelikliydi ve meditasyon seansları da içeriyordu) katıldım.

Günlük yaşamını, hayatla ilgili beklentilerini, diğer insanlarla olan ilişkilerini ve ileriye dönük hayallerini çokça düşünen biriyim. Bu Retreat’te de bu konulara bir hayli değinildiği için benim adıma oldukça rahat geçmesi beklenirdi. Fakat bir hayli sarsıldım diyebilirim.

Kendimi tanıyorum. Buna itirazım yok. Fakat kendimle ilgili bilmediğim bir çok şeyi de bu Retreat sayesinde öğrendim. Öğrendiklerim hayatıma oldukça olumlu yönde etki edecek bilgiler. Demek ki kendimi “tam” tanımıyormuşum…

Oysa Alanya’ya giderken aslında bundan çok daha azını bekliyordum. Bu yüzden de uçaktan indikten sonra otele giderkenki süreç tam da beklediğim gibi gerçekleşti. Beni otele götürmek üzere bekleyen transfer aracının şoförü ile buluştuk. Yağmurlu bir gündü. İstanbul’u ve oradaki sorunlarımı geride bırakıp, adeta “huşu” içinde otele gidebileceğimi ummuyordum. Öyle de oldu zaten 🙂 Otele varana kadar yanılmamıştım 🙂

Yol boyunca dinlemek zorunda kaldığım Yükseliş FM’de İbrahim Tatlıses’ten Ferdi Özbeğen’e, Cengiz Kurtoğlu’na uzanan geniş arabesk ve taverna nidalarına boyun eğmemin sebebi kendimi tamamen “akış”a teslim etme çabasıydı 🙂

Uçaktan indiğim andan itibaren etrafımda olup bitenleri çok daha hissederek, anlayarak, duyarak yaşamaya çalışacağıma dair kendime söz vermiştim. Şimdi arabaya biner binmez karşıma çıkan ilk engel olan Yükseliş FM’i dinleme işkencesinden kolayca kurtulmayı kendime yediremezdim 🙂

Gerçi şimdi düşünüyorum, akışa kaptırmayı bu kadar abartmayıp “lütfen kanalı değiştirebilir miyiz” deseymişim de Retreat’im daha az anlamlı olmazmış 🙂

Neyse, boşverelim, ben böyleyim işte… Her anı bir hediye olarak kabul etme düşüncesini biraz abartmışım, olabilir, Gül’lük hali 🙂

İçten içe bir yandan da “Kendimi ödüllendirmeye bununla başladım demek ha, enteresan” diyerek durumun vehametini de göz ardı etmeye çalıştığım gerçeği ile şu an burada yüzleşmekten imtina etmiyorum görüyorsunuz…

Cama vuran damlalar, arabanın içinde yükselen arabesk çığlıklar, şoförün yol boyunca vitesi yüzük parmağıyla tutuşu hiç unutamayacağım beynime kazınan “anda kalma” eylemleri 🙂 Fakat buna rağmen arabesk nağmelere kulağımı vermemek için başka şeyler düşünüp andan koparken kendimi yakaladım. Bir huşu ile otele giriş yapabilmek hayal olmuştu.

Otele vardığımda, arkadaşım Berrin organizasyon ile ilgili katılması gereken toplantılar nedeniyle beni karşılamakta gecikeceği için o işini bitirene kadar odamda dinlenmeye çekildim.

Vikingen otelinin muazzam atmosferi ve odamın beni her şeyden uzaklaştıran manzarası sayesinde dünyevi duygu durumlarından kendimi sıyırmam çok da zor olmadı. Balkona çıktım, derin bir nefes çektim önce gözlerimi kapatıp. Gözlerimi açınca ufuk çizgisi ile göz göze geldik. Tam karşımda, göz hizamda duruyordu. Gündüz de gece de belirgin olan tek şey ufuk çizgisi. Bana hep gizemli ve bilge gelmiştir o yüzden.

Sabah 07.30’da ilk işimiz yogaydı. 9’a kadar bedenimizle, nefesimizle ve kaslarımızla ilgileniyorduk. Bedensel farkındalığın zihinle ne kadar alakalı olduğuna bir kere daha şahit oldum.

10 yıllık bir hentbol geçmişimin üzerine bir de Pilates eğitimlerim eklenince bedeninle yaptığın bir işe konsantre olurken zihninin o sırada o işten başka hiçbir şey düşünmemesi gerektiğini, aksi takdirde başarılı olunamayacağını görenlerden biriyim. Örneğin, maçlardan birinde top bendeyken, aklıma topu sürmek, pas vermek ya da koşmak dışında maç harici başka bir şey geldiği takdirde topu kaybedeceğimi çok iyi bilirdim. Pilates yaparken, en önemli Pilates prensiplerinden biri olan Konsantrasyon’un eksik olması halinde hiçbir hareketin doğru ve akış halinde olamayacağını biliyorum. Son zamanlarda bir benzerini de Zumba ile yaşıyorum. Kısaca dans ve fitness hareketlerinin bir karışımı olan Zumba’yı yaparken eğer eğitmeninizin adımlarına konsantre olamaz da başka bir şey düşünürseniz, o sağa giderken siz sola gidiyorsunuz.

Kısaca bedeninizi bir anın içerisinde var edebilmenin tek yolu zihninizi de o anda orada var edebilmek. Yoga’da bazı hareketler başta zor görünüyordu, fakat sonradan anladım ki hareketlerin zorluğundan çok, o hareketleri zorlaştıran zihnimizdi. Gerçekten inanmadığın zaman en basit hareketi bile yapman imkansız değil midir?

Yoga dersleri sonrası uyanan bedensel farkındalığımıza, kahvaltı sonrası girdiğimiz seminerlerdeki zihinsel farkındalık meditasyonlarının nasıl eşlik ettiğini size kelimelerle ifade edebilmem oldukça güç. Bunu hissedebilmeniz için bir Retreat’e katılmanız şart.

Günlük yaşamımızda yürürken, araba kullanırken, iş yerindeyken, hatta bir arkadaşımızı dinlerken bile kafamızdan binlerce düşünce geçebiliyor. Bu düşüncelerden bazıları gelecekle ilgili kaygıları ya da planları kapsarken, bazıları da geçmişimize yönelik pişmanlıkları ya da  anekdotları içeriyor. Sebebi her ne olursa olsun, bir şey yaparken aklımız hep başka bir yerde. Ve bunun farkında bile değiliz. Sonra zamanın çok hızla akıp gittiğinden şikayetçi oluyoruz. Oysa zamanın da farkında olamıyoruz ki akışına şahit olalım.

Şu andan başka her şeyi düşünmekten, geçmişi ve geleceği sürekli zihnimizde canlandırmaktan şimdi’yi kaçırıyoruz. Ve en kötüsü de onu bir daha yaşayamayacak oluşumuz. Üstelik geleceği düşündüğümüz için yaşayamadığımız şimdi’nin yanı sıra o düşündüğümüz geleceği de yaşayabilecek olup olmadığımız tartışılır. Muhtemelen gelecek geldiğinde, biz başka bir şey düşünüyor olacağız.

Meditasyonlar esnasında “şu an”da kalmaya, başka hiçbir şey düşünmemeye, yani aklımıza sahip çıkmaya çalışırken ilk başlarda epeyce zorlandım ama farkındalığımın arttığı her seans biraz daha kolay oldu.

Zihinsel gücümün sınırlarını fark edince özgüvenimin de arttığını söyleyebilirim. İçinde var olunan andan başka her şeyi düşündüğümüz zaman beynimiz de fazla yoruluyor. Günün sonunda yorgun hissediyoruz. Oysa olanı olduğu gibi, geleni geldiği gibi, aşırı anlam yüklemeden ve başka düşüncelerle bulandırmadan yaşayabilsek aslında zihnimiz hafifleyecek, enerjimiz artacak.

Henüz gerçekleşmemişleri ve çoktan olup bitmişleri düşünmenin an’ı kirletmekten ve zihni enerjisiz bırakmaktan başka bir işe yaramadığını şu 4 gün boyunca çok güzel öğrendim.

Hadi sorun bana öğrendiklerimi uygulayabiliyor muyum? Bence bunu tamamıyla uygulayabilen biri yok. Doğa buna müsait değil çünkü. Fakat belki yaklaşanlar olabilir. Şu an “an” ile ilgili olmayan düşüncelerimi nerede durdurmam gerektiğini kendime hatırlatacak kadar fazla “anda kal”dığımı söyleyebilirim. Bu biraz kişinin çabasına ve öğrendiklerini hayata geçirme hevesine, ihtiyacına da bağlı. Öğrendiğim meditasyon tekniklerini günde 5 dakika uygulamak bile farkındalığımı ayık tutuyor.

Bu arada meditasyon deyince insanların aklına Himalayalar’da aylarını huşuyla ve put gibi durarak geçirmiş olma deneyimleri gelebiliyor. Bu da maalesef toplumdaki önyargılardan biri. Fakat insan yürürken, yemek yerken, yoga pilates ya da zumba yaparken, duş alırken de meditasyon yapabilir. Meditasyon ile kastedilen anın içinde var olabilmekten, kısaca “yaşamak”tan başka bir şey değil aslında.

İnsan, zihnini işgal eden, şimdi ile alakası olmayan bütün düşüncelerden (ki onlara ben artık parazit diyorum) kurtulduğu an zihni özgürleşiyor ve kendisiyle yüzleşiyor. Radyo kanalı gibi düşünün. Mesela siz bir verici istasyonu olun. Frekansınızı ayarlamaya çalışın. Doğru frekansı bulana kadar cazır cuzur eder, frekansı bulunca ise net, berrak, pürüzsüz, parazitsiz sese kavuşursunuz. İşte o ses sizsinizdir. Sizin gerçek halinizdir. Parazitli halinizde ise ne söylediğiniz anlaşılmaz. Kısaca parazitleri temizlemeden ne dediğinizi duyamazsınız. Kendinizi duyamazsanız, kendinizle nasıl ilerleyebilirsiniz?

Kendinizle yüzleşebildiğiniz an ise nerde tıkandığınızı anlıyorsunuz. Sizi siz yapan nedir, dışardan nasıl görünüyorsunuz, gerçekten yapmak istedikleriniz nedir, hepsi gün gibi açığa çıkıyor. Peşinden huzur geliyor ister istemez.

Bana hayatımın en anlamlı deneyimini yaşatan dostum Berrin’e ne kadar teşekkür etsem azdır. Bloğumda bu konuya yer vermek istedim çünkü herkesin böylesi bir deneyime ve yüzleşmeye fazlasıyla ihtiyacı var. Berrin’in Retreat programlarını, kurucu ortaklarından olduğu şirketin düzenlediği “Do Break” organizasyonlarından takip edebilirsiniz.

Do Break aynı zamanda Türkiye’de yine daha önce hiç yapılmamış bir şeyin ilki. “Bir ara vermek” olarak da Türkçe’ye çevirebileceğimiz Do Break, “konsept gezi” kavramının Türkiye’deki ilk temsilcisi. Tur rehberini önümüze katıp da çıktığımız klasik kültür turlarının alternatifi olarak katılımcılarını götürdüğü şehirlerde onları aynı zamanda farklı deneyimlere de tanık etmek, o kültüre has özel günlerle veya aktivitelerle bunu pekiştirip unutulması bir hayli güç anılar yaşatmak gibi harika özellikleri var Do Break’in. Detaylar için sizleri http://www.dobreak.com/ sayfasını incelemeye davet ediyorum.

Ve…

dünün sorgusu, yarının kurgusu olmuş
bugünün olgusu.
oysa bugün de dünün yarınıydı.

gözlerini aç ve etrafına iyice bak;
üstüne uzandığın şu yeşil çimenden başka gerçeklik yok!

geleceği sadece zihninde yaşatıyorsun
oysa şu andan başka gelecek yok…

You Might Also Like

2 Comments

  • Reply Berrin 30 Nisan 2013 at 08:55

    Iyi ki geldin, ben tesekkur ederim!!

  • Reply emine 22 Mayıs 2013 at 00:11

    -şuandan başka gelecek yok- evet, çok güzel anlatmışsın..
    Tebrikler

  • Bir Cevap Yazın