Blog

ne işimiz var burada

19 Eylül 2014
baba

Babasının elinden tutmuş yürürken gördü ilk o yazıyı. Yeni yeni okumayı söküyordu. “Her can-lı ö-lü-mü ta-da-cak-tır” dedi heceleyerek. Babası kızının bir şeyler mırıldandığını fark edip sordu: “Ne heceliyorsun öyle?” Küçük kız, tekrarladı “Her canlı ölümü tadacaktır yazıyor, ne demek bu baba?”

Adam afalladı bir an. Ne cevap verecekti şimdi? Mezarlığın önünden geçiyorlar. Ölümü nasıl tarif edebilir ki kızına? Bir kere sormuştu “Baba ölmek ne demek” diye. “Ölmek, uzun bir süre görüşememek” demişti babası.

–          Neden görüşemiyorlar peki? Küsmüşler mi birbirlerine?

–         Hayır yavrum, sadece birinin artık bu dünyadaki ömrü, yani buradaki hayatı sona ermiş. Hepimizin bir gün buradaki hayatı, bu hayattaki görevleri sona erer ve başka bir hayatta yeniden buluşuruz.

–         Nasıl? Ne zaman buluşuruz ki? Senin de bu hayattaki görevlerin sona erecek mi yani?

–        Hepimizin görevleri bir gün sona erecek. Şimdilik bu kadarını bil, ben sana ilerde daha detaylı anlatırım olur mu?

–       Hayır şimdi anlat, senin görevin sona erdiği zaman nereye gideceksin? Seni ne kadar süre göremeyeceğim? Hem beni özlemeyecek misin?

–      Seni daima özleyeceğim ama yeniden görüşeceğimiz güne kadar sabırla bekleyeceğim.

–    Neden ama çok saçma… Neden birbirimizi özlediğimizde görüşmüyoruz ve bekliyoruz ki? Ben çok ağlarım beklerken.

5 yaşındaydı bu sorulara cevap ararken. Bir şekilde babası konuyu değiştirerek ya da onun dikkatini başka yöne çekerek ertelemişti soruları cevaplamayı. Ama işte… Şimdi yine açılmıştı konu… Babasının düşüncelerini kızının ikinci sorusu böldü: “Neden burada böyle yazıyor, içerde ne var baba?”

İlk defa bir mezarlık görüyordu kızı. Şimdi mezarlığı nasıl tarif edecekti ona…

–       Bak benim güzel kızım, burası mezarlık. Biz öldüğümüzde, bedenimizi buraya gömerler. Bunu bir uyku hali gibi düşünebilirsin.

–       Peki sen bi gün ölürsen, ben bu mezarlığa gelip seni görebilir miyim özlediğimde?

–        Şey… Fiziksel olarak bu pek mümkün değil… Bak bunu daha sonra..

–        Ölmek hiç güzel bir şey değil o zaman! Hiç hem de hiç!

Küçük kızın gözleri dolu dolu olmuştu, babasının kalbine kocaman bir ağırlık çöktü. “Ölmek kötüyse neden ölümü “tatmak” yazıyorlar ki? Tatlı değil bu, çok acı bişey.” deyince kızı, adam iyice panikledi.

–    Benim canım, benim güzel kızım, öldükten sonra gideceğimiz yer buradan daha güzel.

–       O zaman burada ne işimiz var!

Hüngür hüngür ağlamaya başlayan kızının başını göğsüne bastırdı. Yaptığı açıklamaların yetersizliği, gereksizliği yüzünden kendine kızıyordu içten içe. Neyi nasıl açıklayacağını şaşırmış, küçücük kızın kafasını karıştırmış, onu mutsuz etmiş ve ağlatmıştı. O kadar çok ağlamıştı ki küçük kız, seneler sonra o günü ne zaman hatırlasa, babasının sonraki açıklamalarına dair tek kelime anımsayamıyordu.

***

Elindeki çay bardağından bir yudum aldı. Bardağı iki eliyle tutup hafifçe salladı, “Ne işimiz var burda…” diye fısıldadı. “Ölümü tatmak…”

Rüzgârın uğultusuna kulak verdi. Yan odalardan birinin penceresi açık kalmış olsa gerek, pıt pıt çarpıyor… “Bırak çarpsın…”

Bu hayattaki ebedi yalnızlığının 33. yılı da dolmak üzere… Sevgilisi, arkadaşı, akrabaları olmadığı için değil… Her bireyin tekil yalnızlığından kaynaklı bir yalnızlık… Bazen o kadar gündemde ki; kimsesizlik hissini çağrıştırıyor ister istemez. Telefonlar sustuğunda, bütün ışıklar söndüğünde, herkes uyuduğunda, bir ve tek olmanın dayanılmaz ağırlığı tan ağarana ve dünya yeni güne uyanıp hayat belirtisi gösterene dek gündemde. Sanki herkes ölmüş, bir o kalmış…  Bu, aynı zamanda günün en huzurlu saatleri… Kargaşa yok, yıpratıcı insan ilişkileri yok, planlama, zamanlama, yetişme, gecikme yok. Sadece sessizlik ve zamanda durmak. Zamanın akışını uzaktan izleyebilme lüksü. Kapılmadan… Sürüklenmeden…

Gün içinde o kadar çok kişilik bölünmesi yaşıyor ki gece bir ve tek olmak, onu sabaha kadar şarj edebilen tek şey. Bütün benliğini, bölünmüş her bir parçasını kendine çağırarak topladığı tek an.

Bir gün işten eve gelip, 10 dakika kestirmek için uzanmış ve uykuyu fazla kaçırıp, üstüyle başıyla aynı yattığı gibi uyanmıştı. “Nerdeyim?” “Gece ne oldu?” “Niye hatırlamıyorum?” “Öldüm mü yoksa?”

Hayır… Sadece uyuyakaldım. Ve şu an bölük pörçük bir halde işe gideceğim. Lanet olsun!

Parçaları biraraya getiremeden yeni bölünmelere yol almak… Düpedüz kâbustu bu…

O yüzden geceyi kaçırmamak lazım.

Geceyi kaçırmamak, günü yakalamak, zamanı kollamak…

Bunlar bu kadar zorken, başka görevlerimiz de mi var baba?

Tek isteğim “ben” olmak. Bir ve bütün kalmak… Kendimi her gün yeniden keşfetmekten sıkıldım. Bir bütünlükten acizken, her başarımın alkışlanmasından doğan manevi tatminlerle sadece günü katlanılabilir kılıyorum…

Böyle mi gideceğim şimdi eskaza ölürsem? Bu halimle mi çıkacağım öbür hayatta karşına?

Ölümü tatmamış olurum o zaman… Sadece beceriksizce ölmüş olurum. Öyle olursa ne olur? Bir daha mı gönderirler beni buraya?

 “Kaldın sınavdan, iyi çalış, bir daha gel, seni alamıyoruz!”

Peki o zaman, burda kaç hayat daha kalırım?

Peki baba o zaman ben seni çok özlemez miyim?

You Might Also Like

No Comments

Bir Cevap Yazın