Blog

insanlar arasında

24 Mart 2012
sudamlasi

Hayatta garip şeyler oluyor…

Bazen dört elle sarıldığın bir dost, dört elinden bir elinin tek parmağını bile hak etmiyor.

– Demek ki dost değilmiş?

– Ah ne doğru bir saptama!

Sonuna kadar aynı inançlar uğruna savaşırken ilk yol ayrımında seni terk edip, daha renkli bir trene atlıyor… Oysa o vagonun sadece dışı boyalı, yani dışardan görünen yüzeyi. İçinde ne gibi renksizlikler var sen hiç bilmiyorsun. Ama o, bunları teker teker görüyor, gördükçe hazmediyor, hazmettikçe renksizleşiyor.

Sen ise azmediyorsun…

– Senin gibilerden çok yok…

– Bu da bir tercüme tabi.

“Kişi kendinden bilir işici”lerdir bunlar. Herkesi kendileri gibi sandıkları için de paranoyaları, asılsız ihbarları bitmez.

Darağacına götürdüğü, onun kurtarıcısıdır aslında…

Bilmez ki… Çeker ipi, astığına da hiçbir zaman pişman olmaz.

– Herkes cellad demek ki bunun dünyasında?

– Hayır, herkes kurban, o ise Ra…

***

Bir de “tutsaklar” var. Kendi kimliği olmayan her insandan korkmak lazım.

Kendini başka kimliklerle tanımlayan, hayatının her anında o kimliklerle uzlaşan; yani kendi benliği olmayan. Uzak durmak lazım.

Çünkü, birini seveyim derken kendinden vazgeçen her insan hastalıklı bir sevginin pençesinde kıvranırken “gerçek” ile “kurgu”yu birbirinden ayırt edemez. Ve sonunda tamamen bir kurgunun tutsağı olur. Suç sevilen, özdeşleşilen, mükemmel sanılan ve uğruna kendinden vazgeçilende değildir. Çünkü onun bu kurgudan haberi bile yoktur!

– Aşk insana saçma sapan mitler yazdırır bazen.

– Kendin bile eski bir efsane sanırsın.

Ben hayatta tamamlayıcılar olduğuna inanırım. Çünkü hiçbirimiz tam değiliz zannımca.

Hepimiz sonsuz bütünün minik parçalarıyken, nasıl olur da başka bir parçayı bütünün tamamı zannedebiliriz?

– Bu bir uyandırma servisi mi?

 

– Hayır, çünkü herkes uyanık olduğunu sanıyor.

***

“Enayi sevenler”le “aptala yatanlar” var bir de…

Aptala yatan, enayi yerine konulduğunun bilincinde. Enayi seven ise durumun pek de bilincinde değil. Gerçekten enayi olan birini bulması lazım, hali içler acısı.

– Neden aptala yatar ki bir insan bile bile?

– Çünkü enayi sevenlerle uğraşmak zordur ve vakit kaybıdır.

***

Hayalperestliğin dozunu kaçırmış olanlar vardır… “Aslında içinde kötülük yok” derler onlar için, ama hep kötülük yaparlar…

– Ama istemeden olmuş, bu onu kötü yapar mı?

– Yapar.

Bir kere kendi rahatı için başkalarının rahatını kaçırabiliyorsa bir insan, empati yapmaktan acizse, hep kendi duygularının anlaşılmasını bekliyorsa, uçsuz bucaksız bir hayal dünyasında hep “her şey yolunda gidiyor” diyorsa; onun yüzünden mağdur olan insanlara bütün iyi niyeti ile gülümsemesi neyi değiştirir ki? Bu onu kötü olmaktan kurtarır mı?

Kendilerine olan gereksiz aşırı güvenleri, son derece sorumsuz ve disiplinsiz oluşları, gidecekleri her yere istisnasız hep geç kalışları, verdikleri sözleri tutamayışları ile çıldırtıcıdırlar. Bir de sorsan hep onlar mağdurdur. Hep onlar haksızlığa uğramıştır. Asla hatalarından da ders almazlar. İnsanda ne sabır, ne de düzeleceklerine dair bir umut bırakırlar.

İstemeden kötülük yapmış canım ne var bunda diyebilir misin?

Hayatı boyunca o hep istemeden zarar verecek çevresindeki  insanlara.

Her art niyetli olmayan insan, iyi insan demek değildir, bunu da unutma.

***

Ve geldik sonuncuya: “Mutsuzlukla beslenenler.”

Bu gerçekten en en kötüsü.

– En değersiz insan grubu bu olsa gerek?

– Ve kendini en değerli sananlar aynı zamanda…

Ben onlara “magazinsever”ler diyorum kısaca. Onların kendi hayatları yoktur. Bu yüzden başkalarının hayatlarına girerler. O hayatın bütün inceliklerini öğrenir sonra da onu darmadağın etmek için manevralara başlarlar.

İlk yaptıkları, şaşılacak derecede güvenilir görünmektir. Önce güveni kazanır, sonra alttan alta oymaya başlarlar. İnsanların özel hayatlarını, ilişkilerini bozup tercihlerini saptırırlar. Ki mutsuz olsun o insancıklar.

– Neden bunu yaparlar?

– Kendileri mutsuzdur çünkü, mutlu olan bir başkasının mutluluğunu bozduklarında, kendi mutsuzluklarına da bir ortak bulmuş olurlar.

Örnek mi lazım geldi: Bir cenaze nedir? Bir insanın ölümüdür değil mi öncelikle… Yani asla cenaze evinde yenen yemeklerin lezzeti ya da cenazeye katılanların sayısı değildir. Biri eğer bir cenazede ölenden çok bunlara ilgi duyar ya da ketçap falan isterse bilin ki o “magazinsever”dir.

– Ha vampir ha onlar diyosun yani?

– E baksana, biri insanın kanıyla, diğeri mutsuzluğuyla besleniyor…

Ama dışardan çok “cool” görünürler. Acaip yardımsever, dost canlısı, sevgi kelebeği… İyi insan imajı çizerler. Kendi mutsuzluklarına çare aramak yerine başkalarını nasıl mutsuz etsemin derdine düşerler.

– Benciller bunlar o zaman?

– Bencil ve narsist.

Sahi, tepeden tırnağa kusurdurlar ama sanki aynaları o lunaparktaki aynalar gibidir. Hani şaka aynaları gibi tam tersini yansıtır.

İnsanları birbirine düşürmek, herkese mavi boncuk dağıtmak, sırların ulu orta dedikodusunu yapmak ve naif hiçbir şeyin sahibi olamamak. Hani bir saatten sonra ne yapsa iflah olamayacak insan türü vardır ya…

Bir de en iyi bildikleri şey, başkalarının kusurlarını anında yüzlerine vurmaktır. İlk buldukları açıkta yapıştırıverirler tokadı. Hem de büyük bir zevkle.

O tokat attıkları kendileridir aslında. Kendi kusurlu hayatlarına çarparlar her tokatta.

– Bu kadar tokatçı olduklarına göre kendilerini de sevemezler aslında tanısalar?

– Evet, zaten o yüzden narsisttirler.

You Might Also Like

No Comments

Bir Cevap Yazın