Terezin

Çekoslovakya’da Prag’ın yakınlarında, tren veya otobüs ile 1 saat uzaklıkta bir kasaba: Terezin.

Ölüm kasabası.

Ne yazık ki bende çağrıştırdığı bu… Kasaba ölüm ve kan kokuyor. Mecazi anlamda değil…

66 yıl önce yaşananların etkisinden hâlâ kurtulamamış, yıllar boyunca yas tutmuş, matemden çıkamamış bir kasvet kasabası…

Tarihte korunan 3 Nazi kampından biri…

Terezin, hem kimsenin gitmek istemeyeceği, hem de herkesin görmesi gereken bir yer.

Tarihteki izlerini bu kadar canlı görebileceğimi ummadığım ve giderken “hadi canım, ne kadar kötü olabilir ki” dediğim, gittiğimdeyse yıkıldığım bir “yok şehir.”

Kasabada yerleşim olmasına rağmen “hayat” yok. Yaşayan insanlar da kasaba gibi cansız, ruhsuz, suskun, kırgın ve matemli. Zaten evlerinden de pek çıkmıyorlar. Kasaba o kadar sessiz ki, sadece oyun parkında oynayan 2 çocuğun sesleri çınlıyor sokaklarda.

 

Nasıl bir psikoloji sinmişse insanların üzerine, sanki evlerinden çıktıklarında SS’lere yakalanacaklar. Sanki evlerinden çıkıp bir yerde herhangi bir eğlenceye katılırlarsa yakılan onca yahudiye saygısızlık etmiş olacaklar. Sanki korkuyorlar hala olanlardan ve gelecek nesilleri de bu korkularla büyütüyorlar.

Minimalist yaşam. Az ve öz. Felsefeleri bu. Hak etmediklerine inanıyorlar çünkü. Kendi ırklarından olsun olmasın, o ölen insanların çektikleri işkenceler bu kadar yakınlarındayken, fazla gülmeyi, eğlenmeyi çok görüyorlar kendilerine. Hani mezarlığın yanından geçerken teybi kapatmak gibi. Bütün bir hayat müziksiz orda. Hep mezarlık, hep ölüm…

Terezin, Nazi kamplarının içerisinde şartları en iyi olanı. Sebebiyse burasının daha çok bir toplama ve dağıtma kampı olması. Yahudiler ilk olarak burada toplanarak, buradan diğer kamplara ya da Nazi mahkemelerine sevk edilmişler. Buna rağmen bu kampta gördüğüm tüyler ürpertici onca şeyden sonra, şartları kötü olan diğer kampları hayalimde canlandırınca ben de en az bir Terezin’li kadar cansızlaşıyorum…

Aşağıdaki fotoğraflarda görmüş olduğunuz bölüm krematoryum; cesetleri yaktıkları dev fırınların bulunduğu yer…

Burası kampın biraz dışında. Burada fırınlar dışında işkence odaları ve işkence gören esirlerin fotoğrafları da var ki bunları görünce böylesi bir katliamın eşiğinde bulunduğum için adeta irkildim. Buna tanık olmak bile bu kadar ağırken, yaşamak kim bilir nasıldır.

İşkence odasında sedyeye yatırılmış bir esirin kafatasının kesilip beyninin fotoğrafının çekildiğini gördüğüm o an bende zaten kayış koptu. Gördüklerime hala inanamıyorum.

 

Kampın dışında kalan bu kısımdaki diğer bölümlerde içinde ölenlerin külleri bulunan vazolar ve cesetlerin konuldukları tabutlar da vardı. Ve mezarlığın yanı sıra, ölenlerin anısına yapılmış bir de anıt mezar…

 

 

Hayat Güzeldir ve Piyanist isimli filmleri izleyenler Terezin kampını gezerlerse, filmdeki kareleri canlı olarak yaşamaları mümkün. İşte bu filmlerde birebir kullanılan orijinal yatakhaneler ve duşlar…

Gördüğünüz bu yatakhaneler aslında 20-30 kişi için tasarlanmış. Ancak bu koğuşlarda 150’şer kişi yatmak zorunda kalmışlar. Yataklara sığamayınca da mecburen yerlerde yatmışlar. 150 kişiye sadece 1 tuvalet… Günlük ekmek hakları 500 gramlardan 250 gramlara kadar düşmüş. Ve patates çorbası dışında da pek bir şey yiyememişler.

Piyanist filminde, yaşayan eşyaların ve gerçek mekânın kullanılmış olmasının yanı sıra, filmin yönetmeni Roman Polanski’nin de bir zamanlar Terezin toplama kampında bulunan bir Yahudi olduğunu düşünürseniz, filmde anlatılanların acı gerçekliği bir tokat gibi çarpar suratınıza.

Bu gördüğünüz toplu kalınan koğuşlar dışında bir de tek kişilik hücreler var ki bir hayvanı bile oraya kapatsanız 3 gün yaşamaz. Aşağıdaki fotoğrafta görmüş olduğunuz üzere tepedeki gün ışığının girdiği minik pencereyi de bazen kapatıp, gün ışığını da yasaklayabiliyorlarmış.

Penceresiz tek kişilik bir hücreye 40 kişiyi (duvardaki küçücük bir delik dışında içeriye oksijen girecek başka hiçbir aralık olmadan) hapsettikleri de olmuş.

Terezin’de gerçekten çok ağır bir atmosfer var. Kasabaya girdiğinizde ağırlaştığınızı hissediyorsunuz. Daral geliyor. Kasabanın geçmişine bakarsanız, oldukça yakın bir geçmişte, 66 sene önce binlerce insanın burada işkencelere maruz kalmış olması, idam edilmesi, yakılması, kurşuna dizilmesinin yanı sıra bu kamp 1940’larda Nazilerin eline geçmeden önce de huzurlu bir yer değilmiş. Burası aslında 18. yüzyıl sonlarında zindan olarak kurulmuş. Adını imparatoriçe Mariya Terezya’dan almış.

Yani anlayacağınız ne yazık ki Terezin’de acı çeken çok olmuş, çok ama çok kan dökülmüş… Ki hala kokusu çıkmıyor…

Terezin kampından sadece 3 yahudi kaçabilmiş. Bu da kafaları çekip sarhoş olan birkaç nazi subayının ihmali sayesinde olmuş. Ayılıp da 3 yahudinin kaçtığını fark eden subaylar, Yahudi esirlerin arasından rastgele üçünü seçerek, onların kaçmaya çalışırken yakalandıklarını ve bu yüzden de ölümü hak ettiklerini duyurmuş ve onları “ibret-i alem olsun diye” bütün esirlerin görebileceği bir yerde kurşuna dizerek öldürmüşler. Kampta kurşuna dizilenlerin önünde durdukları duvarı incelerseniz, duvara saplanan ve öylece kalan kurşunları da görebilirsiniz. Ne yazık ki içler acısı…

İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru kampta tifüs salgını başlamış. Bu salgına “önlem” olarak Nazi efendiler bir dezenfekte odası kurmuşlar. Bu odanın hemen yanında ise duş odası bulunmakta. Duş odasının yanı ve dezenfekte odasının hemen arkası da kurulanma ve giyinme odası.

Dezenfekte odasında soyunan Yahudilerin kıyafetleri kazanlara atılarak kaynar sularda yıkanırken, Yahudiler de duş bölümünde (ki aynı zamanda burası gaz odasıdır) 1 dakikalık duş süresi içinde soğuk su ile yıkanırlar. 1 dakikalık duştan sonra hemen yan tarafa geçip kurulanır ve dezenfekte odasındaki kazanlardan çıkan nemli kıyafetlerini tekrar giyerek dışarıdaki -15 derece soğuk eşliğinde hücrelerine götürülürler.

Tifüs birilerinin umurunda mıydı gerçekten?

Salgını durdurmak şöyle dursun, resmen körüklemişler! Rus ordusu 1945’te savaş bitiminde kampa ulaşmadan birkaç hafta önce Almanlar, 13.000 Yahudiyi tifüs salgını içinde kampa kilitleyip kaçmışlar. Ruslar geldiğindeyse salgından ancak 7.000 kişi kurtulabilmiş.

 

Kampın içerisinde500 metreuzunluğunda, karanlık ve daracık, son derece ürkütücü bir de tünel var.

Aslında bu tünel ilk önce savunma amaçlı kurulmuş. Düşman saldırılarında gizli geçit olarak kullanılıp arka tarafa çıkmak için tasarlanmış. Fakat, ne yazık ki toplama kampında bu tünellerden zorla geçirilip, tünelin çıkışındaki darağacında asılan Yahudiler de olmuş.

Tünele tek başınıza girmenizi asla ama asla tavsiye etmezken, 2 kişi girmenizi de doğru bulmuyorum. Mümkünse en az 4-5 kişi girin. Çünkü içerisi gerçekten yürü yürü bitmiyor ve kasabadaki o insanı ağırlaştıran berbat hava, tünelin içerisinde 4-5 katına çıkıyor. Kalp hastalığı ya da klostrofobisi olanlar hele hiç girmesinler, insanın yüreği daralıyor.

Tünelin içinde geçirdiğiniz zor dakikalar yetmiyormuş gibi çıkınca da idam avlusu ve darağacı ile karşılaşınca insanda moral diye bir şey kalmıyor.

Ziyarete gelenlerden bu darağacına çıkıp, bir de gülümseyerek poz verenleri görünce kendimi o kadar yalnız hissettim ki… Bir vahşete tanıklık eden insan, nasıl o vahşetin parçası olur… Nasıl o idam sehpasına adımını atıp, poz verebilir?

 

 

Kampta bir de göstermelik traş odası var içinde bir sürü lavabonun bulunduğu.

Bu odaya girince lavaboların yeniliği dikkatimi çekti. Meğer hiç kullanılmamışlar… Çünkü bu oda, kamptaki vahşeti kamufle etmek için kurulmuş! Gelen denetleme heyetine esirlerin yaşam şartlarının iyi olduğunu, bu kampta insanlık dışı bir durumun olmadığını göstermek için 1 günde kurmuşlar bu odaları!

Gelen yetkililere buranın sadece bir çalışma kampı olduğunu yutturmak için bununla da kalmayıp bir de aşağıda görecek olduğunuz avlunun girişine “arbeit macht frei” (çalışmak özgürlüktür) yazmışlar. Yani yaptıklarının o kadar farkındalar ki bir de kamufle ediyorlar! Gerçeği saptırma ihtiyacı duyan herkes aslında yanlış bir iş yaptığını bilir. Bile bile yapan da insan değildir!!!

Kampta ölenlerin ülkelerinin yazılı olduğu bir anıtta Türkiye’nin adını görünce şaşırabilirsiniz. Ama ne yazık ki sünnetli oldukları için Yahudi sanılan 20 Türk bu kampta Naziler tarafından öldürülmüş.

Terezin’de kampın içinde ve dışında birer müze bulunuyor. Bu müzelerde, bir zamanlar kamplarda yaşamış olan Yahudilerin bir deri bir kemik kalmış fotoğraflarını; gaz odasına götürülen çocukların birbirlerine tutunarak korku içinde ilerleyişlerinin karelerini; yine bu çocukların kampta yaşadıkları süre içerisinde yapmış oldukları resimleri ve yazdıkları şiirleri görünce içim burkuldu. Çizdikleri resimlerin bazıları çok karamsar ve karanlık, ama bazıları da şaşılacak derecede umut dolu, çocuk neşesi dolu, enerji dolu. Zaten ancak bir çocuk, o şartlara rağmen hala güzel şeyler umut edebilecek yetenekte ve güçtedir. Aşağıdaki şiir de yine yüreğimi burkanlardan… Vaktinden önce büyümüş ve ölmüş binlerce çocuk… Çok yazık…

 

Müzede sergilenen fotoğraflar arasında bir sürü Nazi domuzunu da görmek mümkün. İdam mangaları, generaller, vs. Ama hiçbir şekilde Hitler’in ne fotoğrafına, ne de adına rastlıyorsunuz. Gerek de yok zaten onu orada anmaya. Zaten bütün bir kasaba onun eseri!

Terezin’de yaşananların bir dram olduğunu, insan eliyle bir başka insana verilecek fiziksel ve ruhsal zararın bu kadar zalimce ve gaddarca olmaması gerektiğini anlamak için Yahudi olmaya gerek yok. Ama eğer Yahudi olsaydım ve bir şekilde kendi aile büyüklerimden birilerinin bu kamplarda yakıldıklarını bilseydim ve içimde yanan o ateş beni kül etseydi, kendi ırkımın Filistin halkına çektirdiklerini asla ama asla anlayamaz, kabullenemez ve bu utançla duramazdım. Gazze’ye atılan o bombaların açtığı kocaman kocaman gedikleri, geri dönüşü olmayan bu yıkımları nasıl kapatacağımı, bu yaraları nasıl saracağımı düşünerek belki de kahrolurdum.

Demek ki zalimlik din, dil, ırk tanımıyor. Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapmaman için geçmişte alınan derslerin bile hiçbir hükmü olmuyor. Yaşanan onca sıkıntı, ölen onca insan, dökülen onca kan… Bunların hiç mi değeri yoktu? Madem başkalarına bu kadar zulmediyor, kendisine o yıllarda yapılan haksızlığı da mazur görsün o zaman bakalım İsrail halkı, görebilecek mi? Biraz olsun empati yapabilselerdi; onca masum, günahsız insan ne yazık ki boşu boşuna çaresizce ölmüş olmazdı!

No Comments

Bir Cevap Yazın