Blog

hafızamızın vicdanı

18 Mayıs 2012
yagmur yagmur

 ses olur söze akamazsın

kar olur o an donamazsın

içerde ne fırtınalar kopar

sen dışarda yağamazsın

Bu gecenin konusu da bu… Birikenler. Bizde iz bırakanlar. Kapanmayanlar.

Bazen kapatmak için tek bir hamlenin yettiği durumlarda, o hamleyi yapmanızı engelleyen insanî zaaflar, zayıflıklar, vicdanî sorumluluklar.

Vicdan demişken, sende olan vicdandan karşındakinde de var. Ama sadece görüntü olarak… Neden o hiç vicdanını kullanmıyor da hep sen bir vicdan muhakemesindesin? Neden tek sızlayan seninkisi?

Birilerini üzmemek için direnmek bazen ne kadar faydasız. Sen ne yaparsan yap, onlar yine de üzülüyorlar.

İnsan yalnızca kendi için yaşayan bir canlı değildir.

Bu tamam.

Ama ve lâkin; “başkaları için yaptığın fedakarlık” ile “kendine yaptığın haksızlık” arasında da ince bir çizgi var.

Vicdan bazen o kadar yanlış yerlerde devreye girer ki sen başkası için fedakarlık yaptığını sanırken aslında kendine haksızlık yaparsın. Duruma el koymak için de hep geç kalırsın.

dalgalar sessiz bu sabah

tuzladılar bütün açık yaraları

sessiz olurlar elbet

atacak başka çığlık kalmadı

– Hadi konuşalım.

– Ne konuşucaz. Gecenin kaçı oldu yatsana.

– Sen beni bi duysana.

– Bu sefer ne?

– Ben bi rüya gördüm dün gece.

– Hadi yat da bu gece de gör. Allah rahatlık versin.

– Bir grup insan varmış. Garip güçleri olan. Bu insanlar bazı insanları seçiyorlarmış. 

– Neye göre?

– Bilmiyorum. Ama seçtikleri insanların gözlerine bakmaları yetiyormuş.

– Neye yetiyormuş?

– Hafızalarını silmeye.

– Tövbe tövbe, görecek başka rüya bulamadın mı?

– Rüyalarımı ben seçmiyorum ki. Az dinle bak. Ben kaçıyorum böyle o insanlardan biriyle göz göze gelmemek için. Başım eğik yürüyorum. Göz göze gelenlerin başlarına gelenleri gördüm, ödüm koptu. 

– Ne geldi başlarına, ne gördün?

– Yaa, böyle, nasıl desem… Hani bilgisayar donar böyle aşağıda bir sürü pencere açıkken, ctrl+alt+delete üçlüsü de çalışmıyordur. Sen de mecbur açma kapama düğmesine basılı tutup kapatırsın aleti. Sonra yeniden çalıştırınca, o hiçbir şeyi hatırlamaz. Her şeyden habersiz açılıverir. Yeni bir sayfa açar hayatında. 

– Ürktüm.

– İşte onu diyorum, çok garip bir rüyaydı. Göz göze gelenler aynı öyle oluyorlardı: “Öncesiz” 

– Peki sonra?

– Hafızasını silenin arkasına takılıp gidiyodu. Ve o ne derse onu yapmaya hazır bekliyodu. 

– Sen bu rüyayı neden gördün sence?

– Düşündüm ben de bunu.

 Hafızan silinse, biri bunu senin için yapsa ve sen bundan sonra hiçbir şeye karar vermek zorunda olmasan. Sadece onun dediklerini yapsan eski hayatınla ilgili hiçbir şey hatırlamadan. Bunu istiyor olamazsın, bunu mu istedin?

– Hayır, ama yoruldum sanırım.

– Yoruldun… Neyden yoruldun?

– Kendi hayatıma karar verememekten. Hep düşünmekten. İçinden çıkamamaktan. 

– Kararsız mısın sen?

– Hayır, aslında ne istediğimi çok iyi biliyorum. 

– Anladım ben seni. “Ne”yi biliyorsun ama “nasıl”ı bilemiyorsun. Ama üzülme, “ne”yi bilmek de bir başarı.

– Teselli armağanı için sağ ol. 

– Hadi yat artık. Hafızanı da fazla kurcalama. Uyurken değil uyanıkken düşün sen, boşver. Bilinçaltına fazla yüklenme. Sev onu. Yoksa o seni rüyalarında böyle döver.

– Seninle bir daha konuşmıcam ben. 

– Her akşam aynı terane…

You Might Also Like

No Comments

Bir Cevap Yazın